Sky Blue Bow Tie

Bana Ulaş

Twitter Google+ Wattpad

Bloglovin

Blog Arşivi

Bumerang - Yazarkafe

18 Mayıs 2014 Pazar

Sessizlik Senfonisi





Sessizlik Senfonisi


Yazar: ThePrettyWomen / Sinem Yıldırım
Yayınlandığı Platform:Yayın Tarihi: 06.01.2013
Tür: Romantik, Duygusal, Hüzünlü,
Puanım:5/5
Not: Devam etmektedir






Bugüne kadar onlarca hatta yüzlerce bestseller yazarının eserlerini okudum. Belirli platformlarda yorumladım ama ne yalan söyleyeyim çok az eserin dili beni bu kadar etkilemiştir. Çok edebi ya da süslü olmasından değil bu sözlerim. Sessizlik Senfonisi, bilinen kurguyu diliyle farklılaştıran bir hikaye. Türk klasiklerindendir, yakın arkadaşın sevgilisine, eşine ya da   aşık olduğu birine aşık olmak. Bu hikayede, bu tarz da yazıldığı için ilgimi çekmişti ama daha ilk bölümde ne kadar farklı seyredeceğini anladım.

Yusuf Miralı... Okuduğum her kitaptaki erkek karakterlere aşık olmak gibi kötü bir huyum var ne yazık ki... Ama Yusuf bu kategorinin dışında kalıyor. Diğerlerinden bir eksiği gediği olduğundan değil. O'na, aşkı bir tek HALE ismi yanına gelince yakıştırdığımdan... Bir erkek bu kadar saf ve temiz sever mi diyor insan içinden.
Malın, mülkün, şanın, şöhretin zirvesindeki bir adamın sevdiği kadın uğruna ülkeyi terk edişine şahit oluyoruz. Aşkının büyüklüğü, dostuna duyduğu minnete yeniliyor ve Yusuf o çok sevdiği İstanbul'unu yani Hale'sini ardında bırakıyor.  

Hale'ye gelecek olursak. Esas kızımız başarılı bir mimar. Saygın bir ismi güzel bir yüze ek birde  NİŞANLISI var.  Hale, Yusuf'u ilk Tuna'nın Mardin seyahati esnasında görüyor.

Yusuf'umuz Mardinli bir ağa ama Fransa da yaşamını sürdürüyordu ta ki babası ona bir emrivaki yapana kadar. 

Bu Hikayeyi kesinlikle okuyun. pişman olmayacağınızı garanti ediyorum. Bu kadar övdükten sonra sizi merakta bırakmaz olmaz dedim ve tanıtım bültenini sizlere getirdim.

Hoş bir Fransız şarkının, elit kesimden davetlilerin kulaklarını okşadığı, loş ışıklarla bezenmiş davet salonunun dans pistinde, dans eden diğer birçok çifte tezatla dışarıdan oldukça çekici görünen bir çift dans ediyordu. Adam, takım elbisesinin içindeki dik duruşu ve keskin mavi bakışlarıyla yakışıklı ve asildi. Kollarıyla sıkıca sardığı kırmızı elbiseli sarışın kadın ise mükemmel fiziği, güzel gözleri ve dolgun kırmızı dudaklarıyla bir alev gibi parlıyordu adeta pistin ortasında, adamın kollarında. Dışarıdan izleyenlere göre birbirleri için yaratılmışçasına yakışan bu çift, aslında aralarında uçurumlar, aşılmaz yollar, zamanlar olan iki imkânsız insandı.
“Bu şarkıyı hatırladın mı?” diye sordu adam erkeksi burnunu kadının dağınık bir şekilde topuz yapılmış saçlarına sürterek kokusunu içine çekerken. En küçük temasıyla kollarındaki kadını tuzla buz edebileceğini biliyordu bunları yaparken.
“Hatırladım.” diye cevapladı usulca adamı, sarışın kadın. Adamın buz gibi teninin ve sesinin hücrelerinde, kalbinde yarattığı etki olağanüstüydü. Karşısındaki adamın kalbinin gümbürtüsünü neredeyse işittiğine emindi.
Toi, tu m'aimais et je t'aimais
Et nous vivions tous les deux ensemble,
Toi qui m'aimais, moi qui t'aimais.
Mais la vie sépare ceux qui s'aiment,
Tout doucement, sans faire de bruit
Et la mer efface sur le sable
les pas des amants désunis.

Yüzünü kadının saçlarına daha çok gömdü adam. Buram buram müge kokmak istedi. Kadının kokusuyla çevrelenip o kokuyu tenine hapsetmeyi ve onu unutmak istediği her an tekrar hatırlamak üzere kuytularında saklamayı istedi. Kadının sıcacık teninin buz gibi teninde estirdiği ılık rüzgârlarla savruluyordu bedeni. Aralarında uçuşan anılara teslim ettiler kalplerini ve ruhlarını… Bu şarkının eşlik ettiği başka anlar esir aldı onları…
“Sen beni seviyordun, ben seni seviyordum.”
Gözlerini yumup müge kokusuyla bir olurken fısıldadı kadının kulağına şarkının sözlerini adam.
“Ama hayat âşıkları yavaşça ve sessizce ayırır. Ve dalgalar ayrılmış çiftlerin kumsaldaki ayak izlerini siler.”
Kadın yeşil ve mavinin bir olduğu gözleri titrerken yutkundu, bu adamı tanıdığı günden beri boğazında yer edinen yumrunun acısıyla.
“Hiç unutmadım.” diye mırıldandı.
Geriye çekilip adamın okyanusları çalıp gizlediği gözlerine baktı. Bir kez daha yutkundu ve acısının getirdiği öfkeyle adamın elini ve omzunu sıktı. Adam çarpık, alaycı ama gözlerinde kederli bir gülümsemeyle karşılık verdi kadına. Kalbini, ömrünü adadığı ama hiç sahip olamayacağı bu kadına... Aslında her an onundu bu kadın. Bunu da en iyi bilen kendisiydi. Yine de mecazlar yetmiyordu işte Ona.
“İstanbul’sun sen. İstanbul’a aitsin.” derken fısıldıyordu, soğuk nefesi bir tokat gibi kadının yüzüne çarparken ve gözleri Onun gözlerini delip geçerken.
“Gizemli, parlak ve güzel… İstanbul’u çok severim ben.”
Gülümseme sırası kadındaydı. Gözleriyle adamı yakıyordu adeta Onun yakışıklı yüzünü süzerken.
“Sense hiçbir yere ait değilsin. Şehirler ve zamanlar arasında sıkışıp kalmışsın. Her şehirden bir parçan var, ama hiçbiri olamıyorsun. Sen kendi başına bir şehirsin. Kimseye benzemeyen ve sadece benim nefes alabildiğim, bana özel olan bir şehirsin.”
Büyük ve maharetli parmaklarıyla beli ve kalçası arasındaki boşluğu usul usul okşayarak kadının tüylerini ürpertti adam aynı az önce Onun kendisine yaptığı gibi.
“Ve rengin kırmızı…”
“Neden?” Merakla daha da irileşen ve hafifçe aralanan kırmızı dudaklarından adamın soğuk tenine çarpan nefesi depremlere sebep oldu adamın ruhunda.
“Çünkü aşkın rengidir kırmızı.”
Fısıldamaya devam ediyordu ve sesinde karşı konulmaz bir tını vardı adamın.
“Ve sen aşka o kadar çok benziyorsun ki…”
“Aşka mı benziyorum?”
Usulca salladı başını adam. Yüzündeki çarpık gülümseme bir tebessüme döndü. Bakışları kadının dudakları ve gözleri arasında gidip geldi.
“Evet, hem de çok… İkiniz de can yakıyorsunuz mesela. Tutkulu, zalim ve dehşet vericisiniz. Ama ikinizin de güzelliği ve hissettirdikleri can alıcı.”
Adamın intikam dolu sözlerinin üzerine gülümsedi kadın.
“O halde senin renginde siyah olmalı.” dedi tutkulu, kışkırtıcı ve cezp edici bir sesle.
“Neden?” diye sordu adam can alıcı bir ses ve gülümsemeyle. Bakışları kadının kalbine işliyor, kalbinde tamiri imkânsız yaralar açıyordu. Daha önceden hiç kapanmamak üzere açtığı, kabuk tutmuş yaraları tekrar kanatıyordu adam kadının kalbinde.
“Çünkü… Siyah asildir ve güçlüdür.” Yeşil hareli mavi gözlerini adamın gözlerinden an bile ayırmıyor, o gözlerin her detayını aklına kazıyordu. “Ama…”
Adamın elini biraz daha sıkı tutarken aralanan dudakları yeniden birleşti kadının. Adam Ondaki ani değişimi, gözlerini ve güzel yüzünü ele geçiren acıyı dikkatle izledi. Biçimli siyah kaşları çatıldı.
“Ama?” Diyerek kadının sözlerini devamını getirmesini istedi.
Yutkundu güzel kadın. Boğuluyormuşçasına derin bir nefesle doldurdu ciğerlerini.
“Ama asilliğinin ardında derin bir yalnızlık ve keder saklıdır siyahın. Çok canı yanmıştır. Güçlü ve asil görünmesi sadece bir roldür aslında.” Yeşil hareli gözleri daha fazla kontrol edemediği yaşlarla parlarken adama bakmaya devam etti. “Ve kırmızı bir başkasına aitken asla siyahın elini tutamaz.”
Adamın elmacık kemikleri, bedenini esir alan öfkenin ardından sıktığı dişlerinden dolayı belirginleşirken kadını sert bir şekilde kendisine çekip vücutları arasında kalan birkaç santimi de tereddüt etmeden kapattı. Gözleri usulca kapanırken sanki öpecekmişçesine kadına yaklaştırdı yüzünü. Kadın oracıkta, adamın yüzüne çarpan nefesiyle ölmeyi dilerken tamamen Ona bıraktı kendisini. Dudakları arasında santimler kaldı, burunları birbirine sürtündü, kokuları birbirine karıştı, nefesleri bir oldu ancak hepsi bu kadarla kaldı. O koca kalabalığın içinde, onların sadece arkadaş olduklarını düşünen insanların arasında mesafeleri yok etmeleri cesaretlerinin ve sabırlarının son demleriydi. Kalplerinin gürültüleri Fransız parçanın notlarına uyum sağlıyordu.
Adam birden geri çekildi. Kadın dudaklarına dokunacak muhteşem dudakları beklerken, düzgün burnunun ucuna değen adamın sakallarını hissettiğinde adamın dudakları kadının kulağını buldu. Mavi gözlerini açtı ve dudakları aheste bir havayla aralandı.
“Sen benimsin Hale!”
Boğuk sesi kadının kulağında yankılandığında kolları arasındaki bedenin titrediğini hissetti adam. Kadının neredeyse yok olmaya yüz tutan nefesi yanağına çarptı.
“Yanında başka bir adam olabilir. Ama aklın, gözlerin, kalbin, sesin, nefesin, ellerin, tenin… Sana dair her şey… İşte onlar bana ait.”


Hale
Bir adam var soluğumda, yüreğinde yalnızlık teması,
Sessizlik sen'fonisinde, satırlardan ayrılık kopartan.
Ve gidişiyle, dram sahnelerini kıskandıran…
Bir adam var solumda, Soluğumda...
Gecenin bütün karanlığıyla aydınlık, bütün sersemliğine pervasız
Belli etmese de sesi soluk, adımları pek bir yarım.


Yusuf
Ve bir kadın… Çığlıkları sessiz,
Kalbinin düğmelerini, adama iliklemiş, Tüm cesaretini idam etmiş onunla.
Kimsesiz, bütün benliğini bağışlamış adama…
Bir kenara bırakıyor kadınlığını… Dağıtıyor sesini nefesinde
Yelteniyor hayallerine, boğazına düğümlenen her cümlede

Yalnızlık peydahlıyor, S’on...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 
yukarı cık