Sessizlik Senfonisi
Yazar: ThePrettyWomen / Sinem Yıldırım
Yayınlandığı Platform:Yayın Tarihi: 06.01.2013
Tür: Romantik, Duygusal, Hüzünlü,
Puanım:5/5
Not: Devam etmektedir
Bugüne kadar onlarca hatta yüzlerce bestseller yazarının eserlerini okudum. Belirli platformlarda yorumladım ama ne yalan söyleyeyim çok az eserin dili beni bu kadar etkilemiştir. Çok edebi ya da süslü olmasından değil bu sözlerim. Sessizlik Senfonisi, bilinen kurguyu diliyle farklılaştıran bir hikaye. Türk klasiklerindendir, yakın arkadaşın sevgilisine, eşine ya da aşık olduğu birine aşık olmak. Bu hikayede, bu tarz da yazıldığı için ilgimi çekmişti ama daha ilk bölümde ne kadar farklı seyredeceğini anladım.
Yusuf Miralı... Okuduğum her kitaptaki erkek karakterlere aşık olmak gibi kötü bir huyum var ne yazık ki... Ama Yusuf bu kategorinin dışında kalıyor. Diğerlerinden bir eksiği gediği olduğundan değil. O'na, aşkı bir tek HALE ismi yanına gelince yakıştırdığımdan... Bir erkek bu kadar saf ve temiz sever mi diyor insan içinden.
Malın, mülkün, şanın, şöhretin zirvesindeki bir adamın sevdiği kadın uğruna ülkeyi terk edişine şahit oluyoruz. Aşkının büyüklüğü, dostuna duyduğu minnete yeniliyor ve Yusuf o çok sevdiği İstanbul'unu yani Hale'sini ardında bırakıyor.
Hale'ye gelecek olursak. Esas kızımız başarılı bir mimar. Saygın bir ismi güzel bir yüze ek birde NİŞANLISI var. Hale, Yusuf'u ilk Tuna'nın Mardin seyahati esnasında görüyor.
Yusuf'umuz Mardinli bir ağa ama Fransa da yaşamını sürdürüyordu ta ki babası ona bir emrivaki yapana kadar.
Bu Hikayeyi kesinlikle okuyun. pişman olmayacağınızı garanti ediyorum. Bu kadar övdükten sonra sizi merakta bırakmaz olmaz dedim ve tanıtım bültenini sizlere getirdim.
Hoş bir Fransız şarkının,
elit kesimden davetlilerin kulaklarını okşadığı, loş ışıklarla bezenmiş davet
salonunun dans pistinde, dans eden diğer birçok çifte tezatla dışarıdan oldukça
çekici görünen bir çift dans ediyordu. Adam, takım elbisesinin içindeki dik
duruşu ve keskin mavi bakışlarıyla yakışıklı ve asildi. Kollarıyla sıkıca
sardığı kırmızı elbiseli sarışın kadın ise mükemmel fiziği, güzel gözleri ve
dolgun kırmızı dudaklarıyla bir alev gibi parlıyordu adeta pistin ortasında,
adamın kollarında. Dışarıdan izleyenlere göre birbirleri için yaratılmışçasına
yakışan bu çift, aslında aralarında uçurumlar, aşılmaz yollar, zamanlar olan
iki imkânsız insandı.
“Bu şarkıyı hatırladın
mı?” diye sordu adam erkeksi burnunu kadının dağınık bir şekilde topuz yapılmış
saçlarına sürterek kokusunu içine çekerken. En küçük temasıyla kollarındaki
kadını tuzla buz edebileceğini biliyordu bunları yaparken.
“Hatırladım.” diye
cevapladı usulca adamı, sarışın kadın. Adamın buz gibi teninin ve sesinin
hücrelerinde, kalbinde yarattığı etki olağanüstüydü. Karşısındaki adamın
kalbinin gümbürtüsünü neredeyse işittiğine emindi.
Toi, tu m'aimais et
je t'aimais
Et nous vivions
tous les deux ensemble,
Toi qui m'aimais,
moi qui t'aimais.
Mais la vie sépare
ceux qui s'aiment,
Tout doucement,
sans faire de bruit
Et la mer efface
sur le sable
les pas des amants
désunis.
Yüzünü kadının saçlarına
daha çok gömdü adam. Buram buram müge kokmak istedi. Kadının kokusuyla
çevrelenip o kokuyu tenine hapsetmeyi ve onu unutmak istediği her an tekrar
hatırlamak üzere kuytularında saklamayı istedi. Kadının sıcacık teninin buz
gibi teninde estirdiği ılık rüzgârlarla savruluyordu bedeni. Aralarında uçuşan
anılara teslim ettiler kalplerini ve ruhlarını… Bu şarkının eşlik ettiği başka
anlar esir aldı onları…
“Sen beni seviyordun, ben
seni seviyordum.”
Gözlerini yumup müge
kokusuyla bir olurken fısıldadı kadının kulağına şarkının sözlerini adam.
“Ama hayat âşıkları
yavaşça ve sessizce ayırır. Ve dalgalar ayrılmış çiftlerin kumsaldaki ayak
izlerini siler.”
Kadın yeşil ve mavinin bir
olduğu gözleri titrerken yutkundu, bu adamı tanıdığı günden beri boğazında yer
edinen yumrunun acısıyla.
“Hiç unutmadım.” diye
mırıldandı.
Geriye çekilip adamın
okyanusları çalıp gizlediği gözlerine baktı. Bir kez daha yutkundu ve acısının
getirdiği öfkeyle adamın elini ve omzunu sıktı. Adam çarpık, alaycı ama
gözlerinde kederli bir gülümsemeyle karşılık verdi kadına. Kalbini, ömrünü
adadığı ama hiç sahip olamayacağı bu kadına... Aslında her an onundu bu kadın.
Bunu da en iyi bilen kendisiydi. Yine de mecazlar yetmiyordu işte Ona.
“İstanbul’sun sen.
İstanbul’a aitsin.” derken fısıldıyordu, soğuk nefesi bir tokat gibi kadının
yüzüne çarparken ve gözleri Onun gözlerini delip geçerken.
“Gizemli, parlak ve güzel…
İstanbul’u çok severim ben.”
Gülümseme sırası
kadındaydı. Gözleriyle adamı yakıyordu adeta Onun yakışıklı yüzünü süzerken.
“Sense hiçbir yere ait
değilsin. Şehirler ve zamanlar arasında sıkışıp kalmışsın. Her şehirden bir
parçan var, ama hiçbiri olamıyorsun. Sen kendi başına bir şehirsin. Kimseye
benzemeyen ve sadece benim nefes alabildiğim, bana özel olan bir şehirsin.”
Büyük ve maharetli
parmaklarıyla beli ve kalçası arasındaki boşluğu usul usul okşayarak kadının
tüylerini ürpertti adam aynı az önce Onun kendisine yaptığı gibi.
“Ve rengin kırmızı…”
“Neden?” Merakla daha da
irileşen ve hafifçe aralanan kırmızı dudaklarından adamın soğuk tenine çarpan
nefesi depremlere sebep oldu adamın ruhunda.
“Çünkü aşkın rengidir
kırmızı.”
Fısıldamaya devam ediyordu
ve sesinde karşı konulmaz bir tını vardı adamın.
“Ve sen aşka o kadar çok
benziyorsun ki…”
“Aşka mı benziyorum?”
Usulca salladı başını
adam. Yüzündeki çarpık gülümseme bir tebessüme döndü. Bakışları kadının
dudakları ve gözleri arasında gidip geldi.
“Evet, hem de çok… İkiniz
de can yakıyorsunuz mesela. Tutkulu, zalim ve dehşet vericisiniz. Ama ikinizin
de güzelliği ve hissettirdikleri can alıcı.”
Adamın intikam dolu
sözlerinin üzerine gülümsedi kadın.
“O halde senin renginde
siyah olmalı.” dedi tutkulu, kışkırtıcı ve cezp edici bir sesle.
“Neden?” diye sordu adam
can alıcı bir ses ve gülümsemeyle. Bakışları kadının kalbine işliyor, kalbinde
tamiri imkânsız yaralar açıyordu. Daha önceden hiç kapanmamak üzere açtığı,
kabuk tutmuş yaraları tekrar kanatıyordu adam kadının kalbinde.
“Çünkü… Siyah asildir ve
güçlüdür.” Yeşil hareli mavi gözlerini adamın gözlerinden an bile ayırmıyor, o
gözlerin her detayını aklına kazıyordu. “Ama…”
Adamın elini biraz daha
sıkı tutarken aralanan dudakları yeniden birleşti kadının. Adam Ondaki ani
değişimi, gözlerini ve güzel yüzünü ele geçiren acıyı dikkatle izledi. Biçimli
siyah kaşları çatıldı.
“Ama?” Diyerek kadının
sözlerini devamını getirmesini istedi.
Yutkundu güzel kadın.
Boğuluyormuşçasına derin bir nefesle doldurdu ciğerlerini.
“Ama asilliğinin ardında
derin bir yalnızlık ve keder saklıdır siyahın. Çok canı yanmıştır. Güçlü ve
asil görünmesi sadece bir roldür aslında.” Yeşil hareli gözleri daha fazla
kontrol edemediği yaşlarla parlarken adama bakmaya devam etti. “Ve kırmızı bir
başkasına aitken asla siyahın elini tutamaz.”
Adamın elmacık kemikleri,
bedenini esir alan öfkenin ardından sıktığı dişlerinden dolayı belirginleşirken
kadını sert bir şekilde kendisine çekip vücutları arasında kalan birkaç santimi
de tereddüt etmeden kapattı. Gözleri usulca kapanırken sanki öpecekmişçesine
kadına yaklaştırdı yüzünü. Kadın oracıkta, adamın yüzüne çarpan nefesiyle
ölmeyi dilerken tamamen Ona bıraktı kendisini. Dudakları arasında santimler
kaldı, burunları birbirine sürtündü, kokuları birbirine karıştı, nefesleri bir
oldu ancak hepsi bu kadarla kaldı. O koca kalabalığın içinde, onların sadece
arkadaş olduklarını düşünen insanların arasında mesafeleri yok etmeleri
cesaretlerinin ve sabırlarının son demleriydi. Kalplerinin gürültüleri Fransız
parçanın notlarına uyum sağlıyordu.
Adam birden geri çekildi.
Kadın dudaklarına dokunacak muhteşem dudakları beklerken, düzgün burnunun ucuna
değen adamın sakallarını hissettiğinde adamın dudakları kadının kulağını buldu.
Mavi gözlerini açtı ve dudakları aheste bir havayla aralandı.
“Sen benimsin Hale!”
Boğuk sesi kadının
kulağında yankılandığında kolları arasındaki bedenin titrediğini hissetti adam.
Kadının neredeyse yok olmaya yüz tutan nefesi yanağına çarptı.
“Yanında başka bir adam
olabilir. Ama aklın, gözlerin, kalbin, sesin, nefesin, ellerin, tenin… Sana
dair her şey… İşte onlar bana ait.”
Hale
Bir adam var soluğumda,
yüreğinde yalnızlık teması,
Sessizlik sen'fonisinde,
satırlardan ayrılık kopartan.
Ve gidişiyle, dram
sahnelerini kıskandıran…
Bir adam var solumda,
Soluğumda...
Gecenin bütün karanlığıyla
aydınlık, bütün sersemliğine pervasız
Belli etmese de sesi
soluk, adımları pek bir yarım.
Yusuf
Ve bir kadın… Çığlıkları
sessiz,
Kalbinin düğmelerini,
adama iliklemiş, Tüm cesaretini idam etmiş onunla.
Kimsesiz, bütün benliğini
bağışlamış adama…
Bir kenara bırakıyor
kadınlığını… Dağıtıyor sesini nefesinde
Yelteniyor hayallerine,
boğazına düğümlenen her cümlede
Yalnızlık peydahlıyor,
S’on...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder